BAKARA 1 / 2 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِِ الم {1} ذَلِكَ
الْكِتَابُ
لاَ رَيْبَ
فِيهِ هُدًىلِّلْمُتَّقِينَ
{2} |
"Rahman ve Rahim
Allah'ın adı ile"
1. Ellf, Lam, Mim. 2.
İşte bu kitap; Onda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için hidayettir.
Mukatta Harfler ve Müteşabih:
Mukatta Harflerin Okunuşları:
Bu Kitab:
Kitap Ne Demektir ?
Rayb: Şüphenin Anlamı:
"Onda şüphe
yoktur, takva sahipleri için bir hidayettir"
1- Kitapdaki Hidayet:
2- Hidayetin Türleri:
3- Lafiz Olarak "Hidayet'':
4- Hidayet Kimlere Verilir?
5- Takva'nın Anlamı:
6- Takva'nın Fazileti:
Mukatta Harfler ve
Müteşabih:
Tefsir alimleri
sürelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Amir
eş-Şabi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın
Kur'an-ı Kerim'de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle
bir sırrı vardır. Bunlar, Yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı
müteşabih buyruklar arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek
gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz.
Bu görüş ayrıca Ebu
Bekir es-Sıddik ile Ali b. Ebi Talib (Allah ikisinden de razı olsun)den de
rivayet edilmiştir.
Ebu'l-Leys
es-Semerkandi, Ömer, Osman ve İbn Mes'ud (r.anhum)dan şöyle dediklerini
kaydetmektedir: Mukatta Harfler ilimleri gizlenmiş buyruklardandır. Onlar
tefsir edilmezler.
Ebu Hatim de der ki: Biz
Mukatta Harfleri Kur'an-ı Kerim'de yalnızca sürelerin baş taraflarında
görebiliyoruz. Bunlarla Yüce Allah'ın neyi anlatmak istediklerini de
bilemiyoruz.
Derim ki: Ebu Bekr
el-Enbari'nin zikrettiği şu rivayetler de bu kabildendir: Bize el-Hasen b.
Hubab anlattı. Bize Ebu Bekr b. Ebi Talib anlattı. Bize Ebu'l-Münzir el-Vasıti,
Malik b. Miğvel'den anlattı. Malik, Said b. Mesruk'tan, o er-Rabi b. Huseyn'den
rivayetle dedi ki: Yüce Allah bu Kur'an-ı Kerim'i indirdi ve ondan istediği şeylerin
bilgisini yalnızca kendisine sakladı. Sizi de dilediğine müttali kıldı,
dilediğinin sırrını bildirdi. Kendisi için sakladığı bilgilere herhangi bir
şekilde nail olamazsınız. O bakımdan onlara dair soru sormayınız. Sizi muttali
kıldığı şeylere gelince, işte hakkında soru soracağınız ve kendisine dair size
haber verilecek olan bilgi budur. Bununla birlikte siz Kur'an'ın tümünü
öğrenemezsiniz ve bütün öğrendiklerinizle de amel edemezsiniz. Ebu Bekr der ki:
İşte bu, Kur'an-ı Kerim'de yer alan birtakım harflerin anlamlarını Yüce
Allah'tan bir deneme ve bir imtihan olmak üzere bütün alemden gizli tutulduğunu
açıkça ortaya koymaktadır. Bunlara iman eden bir kimseye ecir verilir, mutlu
olur. Bunları inkar eden ve şüphe ile karşılayan da günah kazanır ve haktan
uzaklaşır.
Bize Kadı Ebu Yusuf b.
Yakub anlattı. Bize Muhammed b. Ebu Bekr anlattı, bize Abdurahman b. Mehdi
Süfyan'dan rivayetle anlattı. Süfyan, el-A'meş'ten, o Umare'den o Hureys b.
Zuhayr'dan o da Abdullah (b. Mes'ud)'dan rivayetle dedi ki: Hiçbir mümin ğayba
imandan daha faziletli bir imana sahip olmaz. Bundan sonra da: "Onlar
ğayba inanırlar" (el-Bakara, 3) buyruğunu okudu.
Derim ki: Bu müteşabih
ve müteşabihin hükmü ile ilgili açıklamalardır.
İleride Yüce Allah'ın
izniyle Al-i İmran suresinde de açıklanacağı üzere doğru olan görüş budur. İlim
adamlarından büyükçe bir topluluk da şöyle demiştir: Hayır, bizim bunlara dair
söz söylememiz ve bunların altında saklı olan faydalı hususları araştırmamız,
bunlardan çıkartılabilecek anlamlar üzerinde durmamız gerekmektedir. Bu görüşü
savunanlar konu ile ilgili pek çok kanaat ileri sürmüşlerdir.
İbn Abbas'tan ve yine
Hz. Ali'den şöyle dedikleri rivayet edilmektedir: Kur'an-ı Kerim'de yer alan
Mukatta Harfler Allah'ın ism-i a'zamıdır. Şu kadar var ki bizler bu harflerden
bu ismin ne şekilde olduğunu çıkartamayız.
Kutrub, el-Ferra ve
başkaları der ki: Bunlar heca(*) harflerine işarettir. Allah bunlarla bu
Kur'an-ı Kerim'in benzerini meydana getirmek için meydan okuduğunda Kur'an-ı
Kerim'in bu harflerden meydana geldiğini bildirmektedir ki onların
konuşmalarının temelini bu harfler oluşturmaktadır. Böylelikle onların Kur'an-ı
Kerim'in benzerini meydana getirmekten yana acze düşmeleri ile onlara karşı
getirilen delil daha bir beliğ (açık) olur ve kesinlik kazanır. Çünkü Kur'an-ı
Kerim onların dilleri olan Arapçanın dışında değildir. Kutrub der ki: Onlar
Kur'an-ı Kerim'i işittiklerinde kaçıp gidiyorlardı fakat "Elif Lam, Mim''
ve "Elif; Lam, Mim, Sad" buyruklarını işitince böyle bir sözü (önce)
tepki ile karşıladılar. Ancak Hz. Peygamber'e kulak vermeye başladıklarında onu
işitme duyularına ve kulaklarına sağlamca yerleştirmek kastı ile onlara telif
edici (ısındırıcı) Kur'an-ı Kerim'i okudu ve onlara karşı delilini ortaya
koydu.
Başka bir grup da şöyle
demektedir: Müşrikler, Mekke'de iken Kur'an-ı Kerim'i dinlemekten yüzçevirip:
"Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve o okunurken anlamsız sözler söyleyin
"(Fussilet, 26) demeleri üzerine onlar tarafından garib karşılansın ve
kulak kabartsınlar, ondan sonra da Kur'an'ı dinlesinler, böylelikle de onlara
karşı kesin bir şekilde delil ortaya konulsun diye bu harfler nazil olmuştur.
Bir grup da şöyle
demektedir: Bu harfler bir kısmı bırakılmış geri kalanları belirtilmemiş bazı isimlere
delalet etmektedirler. Nitekim İbn Abbas ve başkalarının şu açıklamaları buna
benzer: Elif Allah'tan, Lam Cebrail'den, Mim ise Muhammed (s.a.v.)'den
(kısaltma)dır. Şöyle de denilmiştir: Elif Allah adının baş harfi, Lam Latif
adını baş harfi, Mim Mecid adının baş harfidir.
Ebu'd-Duha, Yüce
Allah'ın "elif, lam, mim" buyruğu hakkında İbn Abbas'ın şu açıklamayı
yaptığını rivayet etmektedir: "Ben Allah'ım bilirim." Diğer taraftan
''elif lam, ra"nın: Ben Allah'ım görürüm; ''elif lam, mim, sad" buyruğunun:
"Ben Allah'ım hakkı batıldan ayıran hükmü veririm" anlamına geldiğini
de söylemişlerdir. Buna göre elif (ben anlamına gelen) "ene"
kelimesinin "lam" harfi "Allah" adının, "mim"
harfi (bilirim anlamına gelen) "a'lemu"nun yerini tutmaktadır.
ez-Zeccac bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir: Ben bu harflerden her
birisinin bir mana ifade ettiği kanaatindeyim. Araplar harflerin bir kısmını
teşkil ettiği kelimelerin yerini tutmak üzere hem şiirde hem de o manayı
kastetmek üzere (tek başlarına) harfleri kullanmış bulunmaktadırlar. Şairin şu
sözünde olduğu gibi: "Ben ona 'dur' dedim o da 'kar dedi."
Burada şair: İşte
durdum, dediğini kastetmektedir. Zuheyr de şöyle demiştir: "Hayra karşılık
hayırlar, fakat şer olursa fa Bununla birlikte ben şer istemem ancak ta."
Şair burada
"fa" ile; "eğer sen kötülük yaparsan ben de kötü karşılık
veririm" demek istemiştir. "Fti" ile de; "sen kötülük
istersen ben de kötülük yaparım," demek istemiştir.
Bir diğer şair de şöyle
demiştir: "Onlara seslendiler yularları takın diye hiç ta ... mısınız? Hep
birlikte haydi fa.. dediler." "Ta" ile binmez misiniz, demek
istemiş, "fa" ile de bininiz, demek istemiştir.
Hadis-i şerifte de Hz.
Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir müslümanın öldürülmesine yarım
kelime ile dahi yardımcı olursa ... " Şakik der ki: Yarım kelime ile
yardımcı olması demek (öldür anlamına gelen) "uktul" kelimesi yerine
iki harflik "uk" demektir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) de: "Şa
.... olarak kılıç kafidir" (2) diye buyurmuştur. Bunun anlamı ise,
"şafiyen" kelimesinin ilk iki harfi olup "şifa veren"
demektir.
Zeyd b. Eslem der ki:
Bunlar surelerin isimleridir. el-Kelbi de der ki: Bunlar şerefleri ve
faziletleri dolayısıyla Yüce Allah'ın kendileriyle kasem ettiği yeminlerdir. Ve
bunlar O'nun isimlerindendir. Bu da İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Kimi ilim
adamı bu görüşü kabul etmeyerek şöyle demiştir: Bunun kasem olması uygun olmaz.
Çünkü kasem: (inne, leked, veleked, lema) gibi edatlar ile birlikte yapılır.
Burada ise bu edatlardan herhangi birisi yoktur. Dolayısıyla bunun bir yemin
olması caiz değildir. Buna şöyle cevap verilebilir: Burada yemin edilen şey
Yüce Allah'ın: "O'nda hiçbir şüphe yoktur" buyruğudur. Bir kimse,
yemin ederken: "Allah'a yemin ederim bu kitapta hiçbir şüphe yoktur"
diyecek olsa onun bu ifadesi doğru olur ve burada yer alan (la): yoktur,
yeminin cevabı olur. Böylelikle elKelbi'nin bu sözü ile İbn Abbas'tan bu
şekilde yapılan rivayetin doğru ve sağlıklı bir açıklama olduğu ortaya çıkmış
olmaktadır.
Eğer: Yüce Allah'ın
yemin etmesinde hikmet nedir? Zaten insanlar o dönemde ya tasdik eden ya da
yalanlayan olmak üzere iki sınıftı. Doğrulayan yeminsiz de doğrulamaktadır.
Yalanlayan ise yemin ile birlikte de tasdik etmemektedir, denilecek olursa şu
şekilde cevap verilebilir: Kur'an-ı Kerim Arapça nazil olmuştur. Araplardan
herhangi bir kimse sözünü pekiştirmek istediği takdirde sözünün doğruluğuna
yemin eder. Şanı Yüce Allah da onlara karşı konulan delile kuvvet kazandırmak
istediğinden dolayı Kur'an-ı Kerim'in kendi katından gönderilmiş olduğuna yemin
etmektedir.
Kimisi de der ki:
"Elif Lam Mim" yani: Ben bu Kitabı senin üzerine Levh-i Mahfuzdan
indirdim demektir. Katade de Yüce Allah'ın Elif, Lam, Mim buyruğu hakkında
şöyle der: Bu Kur'an-ı Kerim'in isimlerinden bir tanesidir.
Muhammed b. Ali
et-Tirmizi'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: Yüce Allah bu surede bulunan
bütün hüküm ve kıssaları surenin baş taraflarında sözkonusu ettiği harflere
koymuştur. Bunu ise ancak bir peygamber ya da bir Allah dostu bilebilir. Daha
sonra bunu insanları bilgilendirmek üzere bütün surede açıklamaktadır. Konu ile
ilgili başka görüşler de ileri sürülmüştür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Mukatta Harflerin
Okunuşları:
Bu harfler sükunlü
okunarak üzerinde vakıf yapılır. Çünkü bunlar nakıstır. Ancak bunlar hakkında
haber getirir yahut bunları atfeder isek, o takdirde bunları i'rablı (harekeli)
olarak okuyabiliriz. Bu harflerin i'rabda mahallerinin olup olmadığı hususunda
farklı görüşler vardır. Bunların irabı yoktur çünkü bunlar, cümle içinde yerleri
belli olan isimler değildir, muzari fiil de değildir. Bunlar sadece heca
(alfabe harfleri) konumundadır ve bunlar oldukları gibi hikaye edilirler
(seslendirilirler) denilmiştir. Halil ve Sibeveyh'in görüşü budur. Bu harflerin
sürenin isimleri olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre ise açıklanmayan bir
mübtedanın haberi olarak kabul edildiklerinden dolayı i'rabda mahalleri
ref'tir. Yani: Bu "Elif Lam Mim"dir, anlamındadır, derler. Nitekim:
Bu Bakara süresidir derken de böyledir. Veya bu harfler mübteda kabul edilir,
haberi de daha sonra gelen: "Bu ... " buyruğudur. "Zeyd işte o
adamdır" demek gibi. İbn Keysan en-Nahvi der ki: "Elif Lam Mim"
nasb mahallindedir. "Elif Lam Mim"i okuyorum demek veya: "Elif
Lam Mim"i okumaya bak, demek gibi. Yemin olarak cer mahallinde oldukları
da söylenmiştir. Çünkü İbn Abbas: Bunlar Yüce Allah'ın kendileriyle yemin
ettiği kasemlerdir, demiştir.
Bu Kitab:
Yüce Allah'ın: ''Zalikel
kitabı (İşte bu (şu) kitab)" anlamının "bu kitap" olduğu
söylenmiştir.
(zalike) Şu"
kelimesi aslında gaib olana işaret için olmakla birlikte hazırda bulunana
işaret için de kullanılır. Nitekim şanı Yüce Allah kendi zatı hakkında haber
verirken (aynı edatla) şöyle buyurmaktadır: "işte bu, gizliyi de açığı da
bilen aziz ve rahim olandır." (es-Secde, 6) Hufaf b. Nudbe'nin şu
beyitindeki işaret de böyledir:
"Mızrak(ım) belini
bükerken ona dedim ki: Hufafa iyi bak. İşte o kişi benim!" Yani; ben buyum
demektir.
Burada yer alan
"(zalike) şu" ile Kur'an-ı Kerim'e işaret edilmekte ve (bu anlamına gelen)
(haza) yerine kullanılmaktadır. Bunun ifade ettiği kısa anhuh şudur: "Elif
Lam Mim, İşte bu kitap, onda hiçbir şüphe yoktur." Aynı zamanda bu, Ebu
Ubeyde, İkrime ve başkalarının görüşüdür. Yüce Allah'ın şu buyruklarında da
kullanılan (bu türden işaret zamirleri) aynı anlamdadır: '7şte bu bizim
ibrahime kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir" (el-En'am, 83);
"Bunlar Allah'ın ayetleridir. Sana onları hak ile okuyoruz.
"(el-Bakara, 252) Burada geçen (ve uzaktaki veya gaib olan birisini işaret
etmek için kullanılan (...) kelimesi, yakın için kullanılan (...) kelimesi
anlamındadır. Fakat artık bunlar zaman itibariyle geçip gittiklerinden dolayı
adeta uzaklaşıp gitmiş gibi oldular ve bu bakımdan -uzak için işaret zamiri
olan- (...) kelimesi kullanıldı. Buhari'de şöyle denilmektedir: Ma'mer dedi ki:
İşte bu kitap bu Kur'an-ı Kerim'dir.
"Takva sahipleri
için bir hidayettir" Bir açıklama ve bir yol göstermedir. Yüce Allah'ın:
"Bunlar Allah'ın hükümleridir. Aranızda o hükmeder.'' (el-Mümtehine, 10)
buyruğunda olduğu gibidir. Mana bu Allah'ın hükmüdür, şeklindedir.
Derim ki: (haza) bu;
edatı (zalike) "şu" anlamında da kullanılır. Umm Haram'dan rivayet
edilen hadis-i şerifte Hz. peygamber'in: ''Onlar bu denizin ortasında yolculuk
yapacaklardır" buyruğundan kasıt, o (görmediğimiz) denizde yolculuk
yapacaklardır, demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ayrıca gaib olana
işaret edilerek: "O onun kapısında duruyor" da denilmiştir.
"bu, şu"
zamirinin gaib hakkında kullanılışı ile ilgili olarak on ayrı görüş vardır:
1) "İşte bu
kitap" yani benim insanlar için takdir ettiğim mutluluk, bedbahrlık, ecel
ve rızık hakkında bir şüphe yoktur, yani onu değiştirecek yoktur, anlamındadır.
2) "Bu kitap"
ile ezelde kendim için takdir ettiğim: "Rahmetim gazabımı geçmiştir" buyruğu
kastedilmiştir. Çünkü Müslim'in Sahih'inde Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah yaratmayı hükmettiği
zaman kitabında kendisi hakkında kendisinin yanında alıkonulmuş o kitabında:
Benim rahmetim gazabıma galib gelir" diye buyurmuştur. Bir diğer rivayette
de" .... geçer" şeklindedir.
3) Yüce Allah
peygamberine suyun silip götüremeyeceği bir kitap indireceği vadinde
bulunmuştur. İşte bununla sözü geçen o vade işaret edilmiştir. Nitekim
Müslim'in Sahih'inde Mücaşi'li Iyad b. Himar'dan gelen bir rivayete göre
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah yeryüzü halkına baktı,
araplarıyla arap olmayanıyla hepsine gazab etti. Bundan tek istisna kitap
ehlinden geriye kalan bir azınlık oldu. Ve buyurdu ki: Seni, seni ve seninle
başkalarını sınayayım diye peygamber olarak gönderdim. Senin üzerine suyun
yıkayamayacağı, uyurken ve uyanıkken okuyacağın bir kitap indirdim .... "
4) Burada işaret
Kur'an-ı Kerim'in Mekke'de nazil olan bölümlerinedir, de denilmiştir,
5) Şanı Yüce Allah
Peygamberi Muhammed (s.a.v.)'e: ''Muhakkak Biz, senin üzerine ağır bir söz
bırakacağız. "(el-Müzemmil, 5) buyruğunu Mekke'de iken inzal buyurunca
Resulullah (s.a.v.) Yüce rabbinden kendisine verilen bu vadin
gerçekleştirilmesini gözetleyip duruyordu. Medine'de onun üzerine: "Elif,
Lam, Mim. İşte bu kitap onda hiçbir şüphe yoktur" buyruğunu inzal
buyurunca onun anlamı şunu ifade ediyordu: Medine'de senin üzerine indirdiğim
Kur'an-ı Kerim'in bu bölümleri işte Mekke'de iken sana vahyedeceğimi vadetmiş
olduğum o kitaptır.
6) Buradaki "işte
bu" ile Tevrat ve İncil'de bulunanlara işaret edilmektedir. "Elif,
Lam, Mim" ise Kur'an-ı Kerim'in adıdır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle
olur: Bu Kur'an-ı Kerim Tevrat ve İncil'de açıklaması yapılan kitaptır. Yani
Tevrat ile İncil bu kitabın doğruluğuna tanıklık etmekte ve Kur'an-ı Kerim her
ikisinde bulunan manaları kuşattığı gibi onlarda bulunmayan şeyleri de fazladan
ihtiva etmektedir.
7) Burada yer alan
"işte bu kitap" buyruğu ile Tevrat'a da İncil'e de işaret
edilmektedir de denilmiştir. Anlamı şöyle olur: "Elif, Lam, Mim. Bu kitap
işte o iki kitap veya o iki kitap gibidir." Yani Kur'an-ı Kerim o iki
kitapta bulunanları kendisinde toplamıştır, Böylelikle "bu" ifadesi
Kur'an-ı Kerim'de yer alan bir delil ile her ikisini ifade etmektedir. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "O (inek) ne çok yaşlı ne de çok gençtir.
Bunun ikisi arasında dinç bir inektir. "(el-Bakara, 68) Burada
"bunun"buyruğu ile kastedilen yaşlı ile genç arasında demektir. İleride
açıklaması gelecektir.
8) Bir diğer görüşe göre
burada yer alan "bu" ile Levh-i Mahfuza işaret edilmektedir. el-Kisai
der ki: "Bu" Kur'an'ın henüz nazil olmamış, semada bulunan diğer
bölümlerine işarettir.
9) Diğer bir görüşe göre
şanı Yüce Allah, kitap ehline Muhammed (s.a.v.)ın üzerine bir kitap
indireceğini vadetmişti. İşte buradaki işaret, sözü geçen o vadedir.
el-Müberred der ki: Anlam şudur: Bu Kur'an-ı Kerim sizin bundan önce kafirlere
karşı gelişi sayesinde muzaffer olacağınızı ileri sürdüğünüz o kitaptır.
10) Bu buyruk ile
"Elif Lam Mim" harfleri, Benim kendilerinden oluşturduğum bu söz
düzeni ile size karşı meydan okuduğum harflerdir, görüşünü kabul edenlere göre,
alfabedeki harflere işaret edilmektedir.
Kitap Ne Demektir ?
''Kitap" bir araya
derlenip toparlanmayı ifade eden (...) dan masdardır. Biraraya gelip
toplandığından dolayı askeri birliğe "ketibe" denilir. Bölük bölük
olduğu takdirde atlar hakkında da aynı kökten: (...) denilir.
Katırın fercinin iki
tarafı bir halka veya ince uzun bir deri parçası ile bir araya getirildiği
vakit, bu durumu ifade etmek üzere (ketebtul beğelete) denilir. Şair der ki:
"Yanında konakladığın Fezareli hiçbir kimseye sakın güvenme Develerine
karşı ve onları (n ferclerini) bir halka ile bağla."
Kaf harfi ötreli
okunarak (...) kelimesi, içinden ip geçirmek üzere açılan ve ipiyle birlikte
olan delik; (...) ise, böyle bir yerden ip geçirme işleminin adıdır. Şair
Zu'r-Rimme der ki: "Tabaklanmış, delikleri genişçe derinin Delikleri
aralıksız damlayan su ile delikler kaybolmuş."
Kitap: Yazan kimsenin
alfabe harflerini birarada veya ayrı ayrı yazmasıdır. Yazılan şeyolmakla
birlikte buna "kitap" adı verilmiştir. Nitekim şair şöyle demektedir:
"Benden bir dönüş umar halbuki onda Tutkalın yapıştırdığına benzer bir
kitap (yazı) vardır."
Kitap: Aynı zamanda
farz, hüküm, kader anlamına da gelir. el-Ca 'di der ki:
"Amcamın kızı,
Allah'ın Kitabı çıkardı beni Aranızdan, ben Allah'ın yaptığını önleyebilir
miyim?
Rayb: Şüphenin Anlamı:
Yüce Allah'ın
"Hiçbir şüphe" buyruğu genel bir nefydir. İşte bundan dolayı burada
(...) kelimesi nasbedilmiştir.
"er-Rayb"
kelimesinin üç anlamı vardır:
1- Şüphe demektir.
Abdullah b. ez-Ziba'ri der ki: "Ey Umeyme, hakta şüphe diye bir şey olmaz.
Asıl şüphe bilgisizin söylediğinde olur. "
2- Töhmet demektir.
Cemil der ki: "Buseyne dedi ki, ey Cemil beni töhmet altında bıraktın Ben
de dedim ki, ikimiz de ey Buseyne töhmetçi kimseleriz."
3- İhtiyaç demektir.
Şair (Ka'b b. Malik) der ki: "Tihame'den her türlü ihtiyacımızı karşıladık
Ve Hayber'den; sonra da kılıçları topladık."
Allah'ın Kitabında şüphe
de yoktur tereddüt de olmaz. Bunun anlamı şudur: Bu kitap zatı itibariyle
haktır ve o, Allah tarafından indirilmiştir. O'nun sıfatlarından bir sıfattır.
Yaratılmamıştır, sonradan da var edilmemiştir. İsterse bu konuda kafirlerin
herhangi bir şüphesi bulunsun.
Anlamın şu olduğu da
söylenmiştir: İfade haber olmakla birlikte manası yasaklamaktır. Bu konuda
şüphe etmeyiniz, demektir. Burada ifade tamam olmaktadır. Sanki: İşte bu kitap,
hak bir kitaptır, denilmiş gibidir.
Herhangi bir hususta
şüphe veya korkuya kapılmak sözkonusu olduğunda kişi: Bu iş beni kuşkulandırdı,
der. Rayb sahibi olduğu takdirde (...) kelimesi kullanılır. Kuşkulanan kimseye (...)
denilir. (...) ise, zamanın musibetleri ve başgösteren sıkıntılı olaylar
demektir.
Yüce
Allah'ın: "Onda şüphe
yoktur, takva sahipleri için bir hidayettir" buyruğu ile ilgili açıklamalar altı başlık altında ele
alınacaktır:
1- Kitapdaki Hidayet:
2- Hidayetin Türleri:
3- Lafiz Olarak
"Hidayet'':
4- Hidayet Kimlere
Verilir?
5- Takva'nın Anlamı:
6- Takva'nın Fazileti:
1- Kitapdaki Hidayet:
"(fihi) Onda"
buyruğunda yer alan "ha" harfi, "fi" sebebiyle cer
mahallindedir. (Bunun beş türlü okunuşu vardır. En güzeli (...) okuyuşudur.
Bundan sonra
"he" harfinden sonra "vav" ilave etmeksizin (...) okuyuşu
gelir. Bu, ez-Zühri ve Sellam Ebu'l-Münzir'in kıraatidir. Bundan sonra he
harfinden sonra uzatan harf olarak ya ilavesiyle: (...) okuyuşudur. Bu İbn
Kesir'in kıraatidir. Ayrıca hadan sonra vav ekleyerek (...) kıraati de caizdir.
Ha harfini sakin okuyup ondan sonraki ha harfi ile idğam edip (...) şeklindeki
okuyuş da caizdir. "hidayet" kelimesi, mübte da olduğu için ref
mahallindedir. Haberi ise, (...) kelimesidir. O taktirde " ... onda
hidayet vardır" demek olur.
"Hüda"
kelimesinin arapçadaki anlamı doğruluk ve açık seçiklik demektir. Yani bu
kitapta marifet ehline bir açıklama vardır. Doğru yol gösterilmektedir ve onda
fazlasıyla açıklama ve hidayet vardır.
2- Hidayetin Türleri:
Hüda iki türlüdür:
Birisi delalet (yol göstericilik) şeklindeki hidayettir. Bu peygamberlerin ve
onlara tabi olanların yapabilecekleri bir şekildir. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Her bir kavim için de hidayete ileten bir (yol gösterici)
kişi vardır. "(er-Rad, 7) Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
"Ve muhakkak ki sen dosdoğruyola hidayet edersin." (eş-Şura, 52)
Burada Yüce Allah, peygamberlere hidayete iletme imkanını verdiğinden sözetmektedir.
Burada sözü geçen "huda"nın anlamı ise göstermek, davet etmek, dikkat
çekip uyarmaktır.
Diğer bir hidayet şekli
ise; te'yid ve başarı (desteklemek ve tevfik) anlamına gelen ve yalnız Yüce
Allah'a has olan hidayettir. Yüce Allah, Peygamberine hitaben şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak ki sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. "(el-Kasas,
56) Buna göre hidayet kalp te imanı yaratmak anlamına gelir. Yüce Allah'ın şu
buyrukları da böyledir: "işte bunlar Rablerinden bir hidayet
üzerindedirler. "(el-Bakara, 5); "Ve o dilediğine hidayet verir.
"(Yunus, 25)
Hüda aynı zamanda
hidayet bulmak anlamına da gelir. Bunun anlamı ise, ne şekilde tasarrufta
bulunursan bulun irşad anlamına gelir. Ebu'l-Meali der ki: Bazan hidayet
müminleri cennete ulaştıran yollara ve cennete götüren yollara iletmek
anlamında da kullanılır. Mücahidlerin nitelikleri ile ilgili olarak Yüce
Allah'ın şu buyruğu bu türdendir: "Onların amellerini asla boşa çıkartmaz,
onları hidayete erdirecektir. "(Muhammed, 4-5) Yüce Allah'ın şu buyruğunda
da (belli bir yere ulaştıran yollara iletmek) anlamında kullanılmıştır:
"Onları cehennemin yoluna götürün." (es-Saffat, 23) Yani onların o
yollardan yürümesini sağlayın, demektir.
3- Lafiz Olarak
"Hidayet'':
Hidayet müennes bir lafızdır.
el-Ferra der ki: Esedoğullarının bazıları "el-Hüda" kelimesini
müennes kabul ederek: "Bu güzel bir hidayettir" derler. el-Lihani de
bu müzekker bir lafızdır demektedir.
Bu kelimenin i'rabı
kabul etmeyiş sebebi, sonunda maksur elif'in bulunmasıdır. Elif ise hareke
almaz. Harfli olarak da harf(-i cer)siz olarak da mef'ul alır (geçişli olur).
Buna dair açıklamalar Fatiha suresinde yapılmıştı. Yola iletmek, evi tarif
etmek için bu kelime kullanılır. Birincisi (yani harfli geçiş yapması)
Hicazlıların şivesi, ikincisini de el-Ahfeş nakletmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Bizi dosdoğru yola ilet (hidayet eyle)!"
(el-Fatiha, 6) Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bizi
buna ileten (hidayet eyleyen) Allah'a hamdolsun." (A'raf, 43)
"Hüda"nın
gündüzün isimlerinden birisi olduğu da söylenmiştir. Çünkü insanlar bu zaman
süresi içerisinde geçimlerini sağlamak ve bütün maksatlarını gerçekleştirmek
için (aydınlığında) yol bulurlar. İbn Mukbil'in şu beyiti de bu anlamdadır:
"Nihayet gün aydınlandı, sahralar ansızın (üstüme) geliyorken; Aile
halklarına bir musibet geleceğinden korkuyor, ya da dua ediyorlar."
4- Hidayet Kimlere
Verilir?
Yüce Allah: "Takva
sahipleri için" buyruğunda hidayetini takva sahiplerine tahsis ettiğini
ifade etmektedir. Her ne kadar bu kitap bütün insanlık için bir hidayet ise de
bununla takva sahiplerinin şerefi arttırılmaktadır. Çünkü takva sahipleri, onun
içinde bulunan hakikatlere iman etmiş ve tasdik etmiş, doğrulamışlardır. Ebu
Ravk'ın: "Takva sahipleri için bir hidayettir", yani onlar için bir
şereftir dediğine dair bir rivayet gelmiştir. Yani: Yüce Allah onları tebcil
etmek, şanlarını yüceltmek, üstünlüklerini açıklamak üzere böyle buyurmuştur.
(...) kelimesinin aslı, şeddesiz iki ya ile olmak üzere (...) şeklindedir.
Birinci ya'dan esre, ağırlığı dolayısıyla hazfedildikten sonra iki sakin bir
araya geldiğinden dolayı ya'nın birisi hazfedilmiş, vav harfinin yerine de vav
ile te'nin bir araya gelmesi halinde vav'ın te harfine dönüştürülmesi şeklindeki
Arapların asıl kaidelerine uygun olarak vav, te harfine dönüştürülmüş ve ondan
sonra arka arkaya gelen iki te birbirine idgam edilerek (...) olmuştur.
5- Takva'nın Anlamı:
Takvanın dilde asıl
olarak, az söz söylemek demek olduğu söylenmiştir.
Bunu nakleden İbn
Faris'tir.
Derim ki: "Takva
sahibi gemlenmiştir (fazla konuşmaz) muttaki de mü'min ve itaatkarın
üstündedir" hadisindeki "muttaki" kelimesi de bu anlamdadır.
Salih ameli ve ihlaslı duasıyla Yüce Allah'ın azabından kendisini koruyan kimseye
"muttaki" denir. Bu kelime, kendin ile hoşlanmadığın şey arasında
engel olarak kullandığın hakkında "hoşlanılmayan şeyden sakınmak"
tabirinden alınmıştır. Nitekim en-Nabiğa şöyle demiştir:
"Düştü üzerindeki
örtü, fakat düşürmek istemezdi onu Onu yerden aldı ve eliyle bize karşı
kendisini korudu." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Bir örtü attı
ki onun ötesinde güneş var ve korudu kendisini En güzel iki eklem olan: El ve
bilek ile."
Hafız Ebu Muhammed
Abdülgani, Ebu Ubeyde Said b. Zerbi yoluyla Asım b. Behdele'den, o Zir b.
Hubeyş'ten o İbn Mesud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: İbn Mes'ud birgün
yeğenine şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, insanların ne kadar çok olduğunu
görüyorsun değil mi? Yeğeni: Evet deyince şöyle dedi: Tevbe eden yahut takva
sahibi kimse dışında onlarda hayır yoktur. Kardeşimin oğlu insanların ne kadar
çok olduğuğunu görüyorsun değil mi? Ben yine: Evet görüyorum, dedim. Şöyle
dedi: Alim veya ilim öğrenen dışında onlarda hayır yoktur.
Ebu Yezid el-Bistami der
ki: Takva sahibi konuştuğu zaman Allah için konuşan, amel ettiği zaman Allah
için yapandır.
Ebu Süleyman ed-Darani
der ki: Takva sahipleri Allah'ın kalplerinden şehvet ve arzuların sevgisini
çekip sıyırdığı kimselerdir.
Takva sahibinin şirkten sakınan
ve nifaktan uzak kalan kimse olduğu da söylenmiştir. Ancak İbn Atiyye der ki:
Bu yersiz bir açıklamadır. Çünkü kişi fasık olduğu halde bu şekilde olabilir.
Ömer b. el-Hattab (r.a),
Ubey b. Kab'a takvanın mahiyeti hakkında soru sorunca Ubey ona: Dikenli bir
yolda hiç yürüdün mü? diye sormuş. Hz. Ömer: Evet demiş. Bu sefer: Peki böyle
bir yolda yürürken ne yaptın? diye sorunca Hz. Ömer: Elbiselerimi topladım ve
mümkün olduğu kadar korundum deyince Ubeyy: İşte takva budur, cevabını vermiş.
Şair İbnu'l-Mu'tez bu anlamdan hareket ederek şubeyitleri söylemiştir:
"Bırak günahları
küçüğüyle Büyüğüyle. İşte takva budur Dikenli bir yolda, gördüğünden sakınarak
Yürüyen kimse gibi davran Küçük günahı önemsiz görme Çünkü dağlar çakıl
taşlarından olur."
6- Takva'nın Fazileti:
Takva bütün hayırları
toplamıştır. Allah'ın öncekilere de sonrakilere de vasiyeti odur. İnsanın elde
edeceği en hayırlı, en büyük fayda takvadır. Nitekim Ebud-Derda'ya: Senin
arkadaşların-şiir söylediği halde senden herhangi bir şiir bellenmedi denince
onlara şöyle der: "Kişi ister ki dilekleri verilsin kendisine Allah ise
ancak muradını yerine getirir Kişi der ki: Benim faydam, benim malım Halbuki
Allah korkusu (takva) elde edeceği en üstün faydadır."
İbn Mace'nin Sünen'de
Ebu Umame'den rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle dermiş: "Allah
korkusundan (takvasından) sonra mü'minin elde ettiği en hayırlı şey, salih
zevcedir. Ona bir emir verirse kendisine itaat eder, ona bakarsa kendisini
sevindirir. Ona and verdiği takdirde yeminini yerine getirir, yanında
bulunmayacak olursa hem kendi nefsinde hem de malında ona karşı hainlik etmez,
doğru davranır. "
Takvanın aslı (...)
vezninde (...) dır. Onu korudum, önledim anlamına gelen (.....) dan vav harfi
te'ye dönüştürülmüştür, (...) korkan adam demektir. Aslı ise (...) şeklindedir.
Aynı şekilde (....) kelimesinin de aslı (...) dır. Nitekim araplar (...)
derler. Halbuki bunun aslı (...) şeklindedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN